Anasayfa / SOSYAL GÜVENLİK KURUMU (SGK) / SGK KURUM ALACAKLARININ KORUNMASINA İLİŞKİN HÜKÜMLER

SGK KURUM ALACAKLARININ KORUNMASINA İLİŞKİN HÜKÜMLER

KONU BAŞLIKLARI (*)

BİRİNCİ BÖLÜM..

Kurum Alacaklarının Korunmasına İlişkin Hükümler.

1. Borçlunun ölümü.

2. Tebliğ işlemleri

2.1. Tebliğ yapılacaklar

2.1.1. Borçlulara, kanuni temsilcilere ve umumi vekillere tebliğ.

2.1.2. Veli, vasi ve kayyımlara tebliğ.

2.1.3. Vasıtalı tebliğ.

2.1.4. Kamu kurum ve kuruluşlarına tebliğ.

2.1.5. Yabancı memlekette bulunanlara tebliğ.

2.2. Tebliğ usulleri

2.2.1. Posta ile tebliğ.

2.2.2. İlanen tebliğ.

2.2.2.1. Tebliğin ilanla yapılacağı haller

2.2.2.2. İlanın içeriği ve kapsamı

2.2.2.3. İlanen tebliğin şekil şartları

2.2.2.4. İlanın sonuçları

2.2.3. Memur vasıtasıyla tebliğ.

2.2.4. Elektronik ortamda tebliğ.

2.3. Tebligatı almaktan imtina edilmesi

3. Sürelerin hesaplanması

4. Teminat

4.1. Teminat olarak kabul edilebilecek kıymetler

4.2. Teminat olarak gösterilenlerin değerlendirilmesi

5. Şahsî kefalet

5.1. Şahsî kefalette aranılacak şartlar

6. İhtiyati haciz.

6.1. İhtiyati haczin uygulama nedenleri

6.2. İhtiyati haczin uygulanması ve dava konusu edilmesi

6.3. İhtiyati haczin kaldırılması

7. Kurum alacaklarında rüçhan hakkı

8. İptal davası açılması gereken tasarruflar

8.1. Üçüncü şahısların hakları ve mecburiyetleri

9. Tasfiyeye ilişkin korunma hükümleri

9.1. Tasfiyede görevliler

9.2. Tasfiyede sorumluluk.

10. Ortaklığın feshini isteme.

11. Limited şirketlerde ortakların sorumluluğu.

12. Üst düzey yöneticilerin sorumluluğu.

13. Alt işverenlerin borçları

14. Gecikme zammı oranı

15. İflasın açılmasından sonra gecikme zammı

———————————————————————————

BİRİNCİ KISIM

Genel Esaslar

BİRİNCİ BÖLÜM

Kurum Alacaklarının Korunmasına İlişkin Hükümler

1.  Borçlunun ölümü

Borçlunun ölümü halinde, mirası reddetmemiş mirasçılar hakkında 6183 sayılı Kanun hükümleri tatbik edilir.

Borçlunun ölümünden önce takibata başlanılmış ise, takibata kaldığı yerden devam edilecektir. Örneğin, işverene sağ iken ödeme emri tebliğ edilmiş ve bu şahsın malları haczedilmişse, bütün bu muameleler yok sayılmayacak, bundan sonraki muameleler borçlu sıfatıyla mirasçıları hakkında uygulanacaktır. Dolayısıyla, Kurum alacağının terekeden karşılanamaması halinde, mirası reddetmeyen mirasçılar miras bırakanın borçlarından kişisel olarak sorumlu tutulacaklardır.

Mirasçı tarafından mirasın istenmediğinin sulh hukuk mahkemesinden alınan mahkeme kararıyla belgelenmesi ve reddi miras davasının borçlunun ölümünden itibaren üç aylık süre içinde açılıp açılmadığına dikkat edilmesi gerekmektedir.

Öte yandan, mirası reddetmeye hakkı olan her mirasçı, terekenin resmi defterinin tutulmasını bir ay içinde sulh hukuk mahkemesinden isteyebilir. Resmi deftere sulh hukuk mahkemesi tarafından terekeye ait aktif ve pasiflerin takdir edilen değerleri yazılır.

Bu durumda, sulh hukuk mahkemesince, miras bırakanın alacaklıları ile borçlularının tespit edilerek belli bir süre içinde alacaklarını ve borçlarını bildirmeleri için bir ay arayla iki defa ilan yoluyla çağrı yapılır. Dolayısıyla sulh hukuk mahkemesinden defter tutulup tutulmadığının sorulması ve defter tutulmuş ise Kurum alacaklarının da ilgili deftere kaydedilmesi istenilecektir.

Resmi defter tutulması devam ettiği sürece miras bırakanın borçları için icra takibi yapılamaz.

Bu süre içinde zamanaşımı işlemez.

Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde, ölen borçlunun borcundan dolayı mirasçılar ancak üç aylık sürenin dolmasından sonra sorumlu tutulabileceğinden, bunlar hakkında bu süre içerisinde herhangi bir haciz işlemi yapılamaz.

2.  Tebliğ işlemleri

6183 sayılı Kanunun 8 inci maddesinde, hilafına bir hüküm bulunmadıkça bu Kanunda yazılı sürelerin hesaplanmasında ve tebliğlerin yapılmasında Vergi Usul Kanunu hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Tebligatın amacı, hukuki işlemlerin hukuki sonuçlarından etkilenmeleri amaçlananların bilgilendirilmesi ve bu bilgilendirmenin belgelendirilmesidir.

Tebligat esasları, Vergi Usul Kanununun 93 ila 109 uncu maddelerinde düzenlenmiştir. Buna göre,  hüküm ifade eden belgeler ve yazılar adresleri bilinen gerçek ve tüzel kişilere posta aracılığıyla ilmuhaberli taahhütlü, memur eliyle veya adresleri bilinmeyenlere ilan yoluyla tebliğ edilir.

Kural olarak, bir tebliğin hüküm ifade etmesi için usulüne uygun olarak yapılması gerekmektedir.

2.1. Tebliğ yapılacaklar

2.1.1. Borçlulara, kanuni temsilcilere ve umumi vekillere tebliğ

Tebliğ borçlulara, bunların kanuni temsilcilerine, umumi vekillerine yapılır. Tüzel kişilere yapılacak tebliğ, bunların başkan, müdür veya kanuni temsilcilerine; vakıflar ve cemaatler gibi tüzel kişiliği olmayan teşekküllerde ise bunları idare edenlere veya temsilcilerine yapılır. Tüzel kişilerin birden fazla müdür veya temsilcisi varsa tebliğin bunlardan birine yapılması yeterlidir.

Kendisine tebligat yapılacak kimsenin bulunmaması halinde tebliğ, ikametgâh adresinde bulunanlardan veya işyerlerinde memur ya da müstahdemlerinden birine yapılır. Muhatap yerine bu şekilde kendisine tebliğ yapılacak kimsenin görünüşüne nazaran 18 yaşından aşağı olmaması ve bariz bir suretle ehliyetsiz bulunmaması gerekir.

2.1.2. Veli, vasi ve kayyımlara tebliğ

Velayet veya vesayet altındaki borçlulara borçları nedeniyle yapılacak tebligat bunların veli, vasi ve kayyımlarına yapılır.

Borçlu yerine geçen veli, vasi veya kayyım gibi birden fazla sorumlu olması halinde, tebligat bunlardan yalnız birine yapılabilir. Şayet tebliğin konusu olan işe ayrı bir vasi veya kayyım bakmakta ise tebligat bunlara yapılır.

2.1.3. Vasıtalı tebliğ

Kara, deniz, hava ve jandarma eratına yapılacak tebligat kıta komutanı ve müessese amiri gibi en yakın üst vasıtası ile yapılır. Üst bu evrakı derhal tebliğ olunacak kimseye vermediği takdirde  tazminle mahkûm olur.

2.1.4. Kamu kurum ve kuruluşlarına tebliğ

Kamu kurum ve kuruluşlarına yapılacak tebliğ, bu kurum ve kuruluşların en büyük amirlerine veya bunların yardımcılarına veya en büyük amirin yetkili kılacağı memurlara yapılır.

2.1.5. Yabancı memlekette bulunanlara tebliğ

Yabancı memlekette bulunanlara tebliğ o memleketin yetkili makamı vasıtası ile yapılır.  Bunun için anlaşma varsa veya o memleketin kanunları müsait ise o yerdeki Türk siyasi memuru veya konsolosu tebliğin yapılmasını yetkili makamdan ister.

Yabancı ülkede bulunan tebliğ yapılacak kimsenin Türk vatandaşı olması halinde tebliğ, Tebligat Kanunu uyarınca o yerdeki Türkiye Büyükelçiliği veya Konsolosluğu aracılığıyla yapılabilir.

2.2. Tebliğ usulleri

2.2.1. Posta ile tebliğ

Genel tebliğ usulü, posta aracılığıyla yapılan tebliğdir.

Borçlunun bilinen adreslerine gönderilen tebliğ evrak posta dairesince muhatabına teslim edildiği tarihte tebliğ edilmiş sayılır.

Tebliğ alındısı, tebliğin ne zaman, nerede ve kime yapıldığını ispatlayan tek belgedir. Tebliğin usulüne göre yapıldığını ortaya koyan bir belge vasfına sahip olması tebliğ alındısına ayrı bir önem yüklenmesine neden olmaktadır. Tebliğin usulüne uygun yapıldığının ispatı, tebliği yapan ve yapıldığını iddia eden idareye düşmektedir. Bu nedenle, idare herhangi bir tereddüde mahal vermemek için tebliğin yapıldığını gösterir belgeleri titizlikle ve eksiksiz düzenlemek ve ispat sırasında ibraz etmek zorundadır.

2.2.2. İlanen tebliğ

2.2.2.1. Tebliğin ilanla yapılacağı haller

1) Muhatabın adresi hiç bilinmiyorsa,

2) Muhatabın bilinen adresi yanlış ve değişmiş olur ve bu yüzden gönderilmiş olan mektup geri gelirse,

3) Başkaca sebeplerden dolayı posta ile tebliğ yapılmasına imkan bulunmazsa,

4) Yabancı memleketlerde bulunanlara tebliğ yapılmasına imkan bulunmazsa,

5) Vergi Usul Kanununun 102 nci maddesinin üçüncü ve dördüncü fıkralarında açıklanan geçici ayrılmalarda bilinen adreslerin hepsine iki kez tebliğ edilemezse,

ilanla tebliğ yoluna gidilir.

 

2.2.2.2.  İlanın içeriği ve kapsamı

İlanda;

1) Muhataba yönelik bilgiler (borçlu gerçek kişi ise ad ve soyadının, tüzel kişi ise unvanının eksiksiz ve doğru olarak yazılması gerekir.),

2) Tebliğ edilecek borcun nev’i ve miktarına ilişkin bilgiler,

3) Usule yönelik bilgiler,

bulunmalıdır. Yapılacak ilanda, ilan tarihinden başlayarak  bir ay içinde muhatapların ilanı yapan makama bizzat veya bilvekale (vekil sıfatıyla) müracaat etmeleri veyahut taahhütlü mektup veya telgrafla açık adreslerini bildirmeleri halinde, kendilerine bu süre ile kayıtlı tebliğ yapılacağı ihtar edilir.

2.2.2.3. İlanen tebliğin şekil şartları

İlan yoluyla yapılacak tebliğlerde ilanın şekil şartları ile esasları Vergi Usul Kanunun 104 üncü maddesinde açıklanmıştır.

Buna göre;

1/1/2011 tarihinden itibaren, 6183 sayılı Kanun uyarınca yürütülen işlemlerden dolayı tebliğe konu borç tutarının (borç aslı ile gecikme cezası ve gecikme zammı) 1.600,00 TL’den az olması halinde, gazete yoluyla ilanen tebliğ yapılmaksızın ilan yazısının (tebliğ evrakı) sosyal güvenlik il/merkez müdürlüğünün ilan asmaya mahsus (ilan tahtası) mahallinde asılması suretiyle ilanen tebliğ işlemi yapılacaktır.

 

İlan yoluyla tebliğ edilecek borç tutarının (borç aslı ile gecikme cezası ve gecikme zammı)  1.600,00 TL (dahil) ile 160.000,00 TL arasında olması halinde, ilanın sosyal güvenlik il/merkez müdürlüğünün bulunduğu yerin belediye sınırları içinde çıkan bir veya daha fazla gazetede yayınlanması, borç tutarının (borç aslı ile gecikme cezası ve gecikme zammı) 160.000,00 TL ve üzerinde olması durumunda ise mahalli gazetelerin yanı sıra  Türkiye genelinde yayın yapan günlük gazetelerden birinde de ayrıca yayınlanması gerekmektedir.

İlan yazısının ünitenin ilan asmaya mahsus (ilan tahtası) mahalline asılması suretiyle ilan edilmesinin geçersiz olmaması için, ilan yazısının askıya çıkarıldığı tarihi izleyen 15 inci güne kadar asılı kalması sağlanacaktır. İlan yazısının asıldığının tarih ve imzalar konulmak suretiyle bir tutanakla mutlaka tespit edilmesi ve ilan yazısının bir örneğinin borçlunun bilinen son adresinin bağlı bulunduğu muhtarlığa da  gönderilmesi gerekmektedir.

Gazete yoluyla yapılacak tebliğler, ilan edilmesini teminen Basın İlan Kurumuna gönderilecektir.

2.2.2.4. İlanın sonuçları

İlan suretiyle yapılan çağrıya bir ay içinde bizzat sosyal güvenlik il müdürlüğüne/sosyal güvenlik merkezine gelerek müracaat edenlere ödeme emrinin tebliği elden yapılır. Bir aylık süre içinde bizzat veya vekil aracılığıyla başvurmayıp adres bildirenler varsa, bunlara da posta ile tebliğ yapılır. Bildirilen adres yanlış veya terkedilmiş olursa ve bu nedenle evrak tebliğ edilemezse, adres bildirilmemiş sayılır. Bu durumda, ilan tarihinden başlayarak bir ay sonunda tebliğ yapılmış kabul edilir.

İlan tarihinden itibaren başlayan bir aylık süre içinde borçlu tarafından yukarıda nitelikleri belirtilen türde bir başvuru yapılmamışsa, bir ayın sonunda tebligat gerçekleşmiş olur.

İlanen yapılacak tebliğlerde ilanın yapıldığı tarih itibarıyla zamanaşımı dolmadan tebligatın yapılmış olması gerekmektedir. Ayrıca, ilanen tebliğde öngörülen bir aylık süre ve ilan üzerine adres bildirilmesi hali de göz önünde bulundurulmalıdır.

2.2.3. Memur vasıtasıyla tebliğ

Vergi Usul Kanununun 107 nci maddesine göre tahsil dairesi, tebliğleri posta yerine memur vasıtasıyla yaptırmaya yetkilidir. Ancak, tebliği yapacak memurlar da 101 inci ve 106 ncı maddelerde yazılı kurallara uymakla yükümlüdürler. Memur eli ile tebliğ özellikle ve ivedi konularda ihtiyati haciz ve posta ile yapılan tebliğlerde, muhatabın adresini değiştirmemesine veya geçici olarak bir yere gitmemesine rağmen tebliğin yapılmaması gibi özel hallerde yapılacaktır.

2.2.4. Elektronik ortamda tebliğ

Vergi Usul Kanununun 107/A maddesi gereği Kurum, elektronik ortamda yapılacak tebliğle ilgili her türlü teknik altyapı kurmaya veya kurulmuş olanları kullanmaya, tebliğe elverişli elektronik adres kullanma zorunluluğu getirmeye ve kendisine elektronik olarak tebliğ yapılacakları ve elektronik tebliğe ilişkin diğer usul ve esasları belirlemeye yetkilidir.

Buna göre, elektronik ortamda tebligata ilişkin gerekli alt yapının kurulmasını müteakip Kurumca belirlenecek usul ve esaslar çerçevesinde tebligatın elektronik ortamda yapılmasına başlanılacaktır.

2.3. Tebligatı almaktan imtina edilmesi

6183 sayılı Kanunun uygulanmasında tebliği gereken bir evrakın tebellüğünden imtina edilmesi durumunda, söz konusu tebliğ evrakının Vergi Usul Kanununun 102 nci maddesi gereğince  borçlunun önüne bırakılmak suretiyle tebliği yoluna gidilmesi gerekmektedir.

3. Sürelerin hesaplanması

6183 sayılı Kanunun 8 inci maddesine göre, aksine bir hüküm bulunmadığı sürece Kanunda yazılı müddetlerinin (sürelerin) hesaplanmasında ve tebliğlerin yapılmasında Vergi Usul Kanunu hükümleri uygulanacaktır.

Süre gün olarak belirlenmiş ise, başladığı gün hesaba katılmaz ve son günün mesai saati sonunda biter.

Süre hafta ve ay olarak belirlenmiş ise, başladığı güne son hafta veya ayda tekabül eden günün mesai saati sonunda biter. Sürenin bittiği ayda, başladığı güne tekabül eden bir gün yok ise süre o ayın son gününün  mesai saati sonunda biter.

Sonu belli bir gün ile tayin edilen sürelerde süre o günün mesai saati sonunda biter.

Resmi tatil günleri süreye dahildir. Ancak Kurum alacaklarının ödenmesi gereken yasal sürenin son gününün resmi tatile rastlaması halinde ne şekilde işlem yapılacağı 5510 sayılı Kanunda belirtilmemiş olduğundan, genel hükümlere göre tatili takip eden ilk iş gününün mesai saati bitiminde süre sona erer.

Sözü edilen ödeme sürelerinin son günü Kurum alacağının vadesinin dolduğu, bunu izleyen ilk gün ise borcun muaccel olduğu gündür.

4. Teminat

4.1. Teminat olarak kabul edilebilecek kıymetler

6183 sayılı Kanunun 10 uncu maddesine göre teminat olarak şunlar kabul edilir:

1) Para,

2) Bankalarca verilen süresiz teminat mektupları,

3) Hazine Müsteşarlığınca ihraç edilen Devlet İç Borçlanma Senetleri veya bu senetler yerine düzenlenen belgeler,

4) Milli esham ve tahvilat,

5) İlgili veya ilgililer lehine üçüncü şahıslar tarafından gösterilen ve alacaklı amme idarelerince haciz varakasına dayanılarak haczedilen menkul ve gayrimenkul mallar.

4.2. Teminat olarak gösterilenlerin değerlendirilmesi

Türk parası itibari değeri üzerinden, yabancı paralar ise resmi kur (T.C. Merkez Bankası Döviz Satış Kuru) üzerinden değerlendirilecektir. Şayet yabancı paraların borsa rayici yoksa değerlemeye esas alınacak kur Maliye Bakanlığınca belirlenecektir.

Teminat olarak alınan para Kurum hesabında tutulacak, kıymetli maden, mücevher, ticari senet, hisse senedi ve tahvil gibi menkul mallar ise tahsil dairesinin kıymetli evrak kasasında saklanacaktır. Bunların değiştirilmesini ve kaybolmalarını önlemek için her türlü tedbir alınacaktır.

Banka teminat mektupları mutlaka süresiz ve kesin olmalı ve bunların doğrulukları ilgili bankalardan teyit edilmelidir.

Hazine Müsteşarlığınca ihraç edilen Devlet iç borçlanma senetleri veya bu senetler yerine düzenlenen belgeler, nominal bedele faiz dahil edilerek ihraç edilmiş ise bu işlemlerde anaparaya tekabül eden satış değerleri esas alınır.

Hükümet tarafından belirlenecek milli esham ve tahvilat da en yakın borsa cetveli üzerinden %15 eksiğiyle teminat olarak kabul edilir.

Milli esham ve tahvilatın hangi şirket veya ortaklarına ait olduğu Maliye Bakanlığınca belirlenir.

Menkul ve gayrimenkul mallar, tahsil dairelerince haciz kağıtlarına dayanılarak haczedilmek suretiyle  teminat olarak kabul edilir. Menkul mallara, Kanunun 81 inci maddesi gereğince, haczi yapan memur tarafından değer biçilir. Borçlunun başvurusu üzerine veya ünitece gerek görüldüğü takdirde bilirkişiye değer tespiti yaptırılması mümkündür. Gayrimenkullere ise, Kanunun 91 inci maddesine göre bilirkişilerin görüşü alınarak rayiç değer tespiti yaptırılır.

Kurum alacağının miktarının artması veya alınan teminatların değerinin düşmesi halinde, alınan teminatın mevcut borç durumuna göre artırılması ya da yerine yeni bir teminat gösterilmesi istenilir.

Borçlu verdiği teminatı kısmen veya tamamen aynı değerde başkalarıyla değiştirebilir.

Ayrıca, üçüncü şahsın kendisine ait malı başkasının borcuna karşılık teminat olarak vermek istemesi halinde, bu iradesini açık bir şekilde gösteren imzalı muvafakat yazısını üniteye  bizzat getirmesi gerekmektedir. Ancak, muvafakat yazısının bizzat üçüncü şahıs tarafından getirilmemesi halinde üçüncü şahıs tarafından imzalanmış ve noter tarafından onaylanmış bir örneğinin  üniteye gönderilmesi de yeterlidir.

Muvafakatnamenin tüzel kişiliğe haiz şirketlerce verilmesi durumunda ise, şirket yönetim kurullarınca karar alınması ve bu kararın alındığı karar defterinin ilgili sayfasının noter tasdikli örneği ve şirketi temsile yetkili kişilerin imza sirküleri de eklenmek suretiyle söz konusu muvafakatnamelerin düzenlenmiş olması gerekmektedir.

Fabrikada bulunan makineler ve sair malların haczi söz konusu olduğu hallerde, öncelikle bunların mütemmim cüz mü yoksa teferruat mı olduğunun tespit edilmesi gerekmektedir. Yapılacak tahkikat sırasında bina, makinelere uygun gelecek şekilde bizzat yapılmış, bütün makineler betonla yere ve duvarlara zaptedilmişse ve bunların çıkarılması ancak binayı tahrip ederek mümkün olacaksa ve binanın kıymetini azaltacaksa, başka bir deyişle, bina ile makineler iktisadi bir bütünlük teşkil ediyorsa, o makineler binanın mütemmim cüzüdür.

Şayet bu makineler mahalli örfe ve malikin açık arzusuna göre fabrikanın işletilmesi veya muhafazası için daimi bir tarzda tahsis edilmiş ve takılmışsa ve bunların fabrikadan çıkarılması halinde binanın tahribi söz konusu değilse, bu makinelerin teferruat olarak kabulü gerekir.

Buna göre, öncelikle teferruatın tabi olduğu gayrimenkulün üçüncü bir şahsa ipotekli bulunup bulunmadığı, ipotekli ise teferruatın ipoteğe dahil olup olmadığı hakkında tapu kaydında bir açıklama bulunup bulunmadığı hususlarının, tapu idarelerinden sorularak tespiti ve bu hususun mal sahibinden de tahkiki ile yapılan bu araştırmadan sonra;

Gayrimenkul ipotekli değilse,

Gayrimenkul teferruat hariç tutulmak suretiyle ipotek edilmişse,

teferruatın menkul mal gibi haczedilmesi ve teminat olarak kabul edilmesi, aksi halde bunların teminat olarak kabul edilmemesi gerekmektedir. Bu şekilde teminat olarak kabul edilen menkul mallar tapu kaydına teferruat olarak kaydettirilmemişse, haczinden evvel bunların sahibinden teferruat olduğunun tapu sicilinin beyanlar hanesine kaydettirilmesi istenecek ve gerekli tescil yaptırıldıktan sonra bunların haciz tutanağı ile haczedilmesini müteakip, tapu sicil müdürlüklerine bu menkul malların hacizli olduğu ve ileride gayrimenkulun rehni halinde, teferruatın rehinden istisna edilmesi gerektiğinin tapu siciline şerhi temin edilecektir.

Ticari faaliyet yapan borçlularca, Kurumumuza olan borçlarına karşılık  işletmesinde bulunan menkul malların (makine, tezgah vb.) teminat olarak gösterilmesi halinde, bu malların ticari rehin sözleşmesi kapsamında rehinli olup olmadığı hususunda,  işletmenin bulunduğu  Ticaret veya Esnaf Sanatkarlar Sicil Müdürlüğünden sorulması gerekmektedir.

5. Şahsî kefalet

6183 sayılı Kanunun 10 uncu maddesinde teminat sağlayamayanlara, Kanunun 11 inci maddesiyle muteber bir şahsı müteselsil kefil ve müşterek müteselsil borçlu olarak gösterilebilme  imkanı tanınmıştır.

Bu durumda borçlularca, borç ödemede hüsnüniyetli ve mali gücü yüksek olan muteber bir şahsın müteselsil kefil ve müşterek müteselsil borçlu olarak gösterilmesi halinde, şahsi kefaleti ve gösterilen şahsı kabul edip etmeme konusunda tahsil dairesi yetkilidir.

5.1. Şahsî kefalette aranılacak şartlar

Kefalet resmî şekilde noterden onaylı sözleşme ile tesis olunmalıdır.

Kefalet senedinde borcun miktarı mutlaka yazılı olmalıdır.

Kefalet senedinde kefilin, müteselsil kefil ve müşterek müteselsil borçlu sıfatı belirtilmelidir.

Her şeyden önce kefil; muteber, güvenilir ve ödeme gücü olan  bir şahıs olmalıdır. Aynı zamanda Kuruma borcunun bulunmaması da gerekmektedir.

Ünite birden fazla kefil isteyebilir. Bu halde de müteselsil kefil ve müşterek müteselsil borçluluk şarttır.

Şahsî kefil olarak gösterilen kişiyi kabul edip etmemekte alacaklı ünite yetkilidir.

Alacaklı ünite, asıl borçluyu takip etmeden, doğrudan doğruya kefili veya kefillerden herhangi birini müteselsil kefil ve müşterek müteselsil borçlu sıfatıyla takip edebilir.

Kefalet edilen alacağı ödeyen kefile buna dair bir belge verilir.

6. İhtiyati haciz

İhtiyati haciz, alacaklının alacağının zamanında ödenmesini garanti altına almak için borçlunun mallarına önceden geçici olarak el konulmasıdır.

Ödeme emrinin tebliği ile cebri takip işlemi başlayacağından, ödeme emrinin tebliğinden sonra ihtiyati haczin uygulanması mümkün olmadığından  kat’i haciz yoluna gidilir.

6.1. İhtiyati haczin uygulama nedenleri

1) Teminat gösterilmesine ilişkin  hallerin bulunması,

2) Borçlunun yurt içinde veya yurt dışında belli bir ikametgâhının olmaması,

3) Borçlu kaçmışsa veya kaçması, mallarını kaçırması ve hileli yollara sapması ihtimalinin bulunması,

4) Borçlunun teminat gösterilmesi istenildiği halde belli müddette teminat veya kefil göstermemesi yahut şahsî kefalet teklifi veya gösterdiği kefilin kabul edilmemesi,

5) Mal bildirimine çağrılan borçlunun belli müddet içinde mal bildiriminde bulunmaması veya noksan bildirimde bulunması,

6) Hüküm çıkmış bulunsun veya bulunmasın para cezasını doğurucu  olay nedeniyle amme davası açılması,

7) İptali istenen muamele ve tasarrufun mevzuunu teşkil eden mallar elden çıkarılmışsa, elden çıkaranın diğer malları hakkında uygulanmak üzere 6183 sayılı Kanunun 27, 28, 29 ve 30 uncu maddelerinin tatbik edilmesi,

durumlarında ihtiyati haciz uygulanır.

6.2. İhtiyati haczin uygulanması ve dava konusu edilmesi

İhtiyati haciz, Kurum alacakları ile ilgili olarak 6183 sayılı Kanunun 13 üncü maddesinde belirtilen sebeplerin bulunması halinde, hiçbir süreye bağlı kalmaksızın ünite müdürü (sosyal güvenlik il müdürü/sosyal güvenlik merkez müdürü) kararıyla derhal uygulanır. Bu konuda yetki devri söz konusu değildir.

Haklarında ihtiyati haciz uygulanan borçlular, haczin yapıldığı tarihten, gıyapta yapılan hacizlerde ise haczin tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde yetkili iş mahkemesinde dava açabilir. Borçlu tarafından ihtiyati hacze karşı 7 gün içinde ihtiyati haczin iptali için dava açılmış olsa bile, hüküm kesinleşinceye kadar  ihtiyati haciz devam eder.

İhtiyati hacze karşı;

1) İhtiyati haciz uygulamasının usulüne uygun olmadan yapıldığı iddia edilerek usul yönünden,

2) 6183 sayılı Kanunun 13 üncü maddesindeki ihtiyati haciz nedenlerinden hiçbirinin bulunmadığı  ileri sürülmek suretiyle esas yönünden

itiraz edilebilir.

İtiraz edildiğinde kesin hüküm alınmadığı sürece kati hacze geçilmez. Teminat gösterilirse ihtiyati haciz kaldırılır.

İhtiyati hacze karşı 7 günlük dava açma süresinin geçmesinden sonra alacaklı ünitece   ödeme emrinin tebliği ile ihtiyati haciz kesin hacze çevrilir.

İhtiyati haciz, 6183 sayılı Kanunun kesin hacze ilişkin hükümlerine göre infaz olunur. Yapılan işlemden mutlaka borçlu haberdar edilir.

6.3. İhtiyati haczin kaldırılması

İhtiyati haciz, teminat gösterildiğinde kaldırılır. Ancak, 6183 sayılı Kanunun 10 uncu maddesine göre gösterilecek teminatlar arasında bulunan menkul mallar, ihtiyati haczin kaldırılması için teminat olarak kabul edilmeyecektir. Ayrıca şahsî kefalet de ihtiyati haczin kaldırılması için kabul edilemez.

Gösterilecek teminatın ihtiyati haciz sebebi olan Kurum alacağına eş değerde olması gerekir. Teminat gösterildiğinde ihtiyati haczin kaldırılması mecburidir.

Kanunda ihtiyati haczin ne kadar devam edeceği belirtilmediğinden, kati hacze çevrilmesi veya yargı mercilerince kaldırılmasına karar verilmesi hallerinde de ihtiyati haciz kaldırılır.

İhtiyati haczin kaldırıldığı tatbikinde olduğu gibi yine ilgililere duyurulacaktır.

7. Kurum alacaklarında rüçhan hakkı

Rüçhan hakkı, bir hakkın aynı derecede ve nitelikteki diğer haklara üstün tutulmasıdır. 6183 sayılı Kanunun 21 inci madde hükmü ile Kurum alacağına, borçlunun diğer borçlarına karşı öncelik tanınmıştır.

Madde hükmüne göre, üçüncü şahıslar tarafından haczedilen mallar paraya çevrilmeden önce o mal üzerine Kurum alacağı için de haciz konulduğunda, satış bedelinin alacaklılar arasında garameten taksim edilmesi gerekmektedir.

Sosyal güvenlik il müdürlükleri/sosyal güvenlik merkezleri hacze katılmak ve garame esasları içinde alacağını tahsil edebilmek için mahcuz malların paraya çevrilmesinden önce haciz kararını alarak haciz bildirisini icra dairelerine, hacze Kurumumuz alacaklarının da  iştirak etmesi hususunun 6183 sayılı Kanun hükümlerine göre tebliğ edilmesi gerekmektedir. Burada ihtiyati haciz ile kesin haciz bakımından bir ayrım yoktur. Her iki durumda da hacze katılım imkanı vardır. Ancak, rehinli alacaklıların hakları saklıdır. Bununla beraber, malın aynından doğan kamu alacakları rehinli alacaklara nazaran da rüçhan hakkına haizdir (gümrük vergisi, emlak vergisi, motorlu taşıtlar vergisi gibi).

İcra ve İflas Kanununun 268 inci maddesinde; “261 inci maddeye göre ihtiyaten haczedilen mallar, ihtiyati haciz kesin hacze dönüşmeden önce diğer bir alacaklı tarafından bu Kanuna veya diğer kanunlara göre haczedilirse, ihtiyati haciz sahibi alacaklı, bu hacze 100 üncü maddedeki şartlar dairesinde kendiliğinden ve muvafakaten iştirak eder. Rehinden önce ihtiyati veya icrai haciz bulunması halinde amme alacağı dahil hiçbir haciz rehinden önceki hacze iştirak edemez. İhtiyati haciz masrafları satış tutarından alınır. İhtiyati haciz diğer rüçhan hakkını vermez.”

6183 sayılı Kanunun 21 inci maddesinin birinci fıkrasında ise; “Üçüncü şahıslar tarafından haczedilen mallar paraya çevrilmeden evvel o mal üzerine amme alacağı için de haciz konulursa bu alacak da hacze iştirak eder ve aralarında satış bedeli garameten taksim olunur. Genel bütçeye gelir kaydedilen vergi, resim, harç ile vergi cezaları ve bunlara bağlı zam ve faizler için tatbik edilen hacizlerde 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun 268 inci maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi hükmü uygulanmaz.”

hükümleri yer almaktadır.

Buna göre, üçüncü şahıslar tarafından haczedilmiş mallar üzerinde amme alacağı için tatbik edilmiş hacizden önce tesis edilmiş bir rehin bulunmadığı sürece nev’i  sınırlaması olmaksızın hacze konu tüm amme alacakları, ilk haciz alacaklısı üçüncü şahsın haczine iştirak edecektir.

Diğer taraftan, 6183 sayılı Kanunun 21 inci maddesine göre,  İcra ve İflas Kanununun 206 ncı maddesi dikkate alınarak, borçlunun iflası, mirasın reddi ve terekenin resmi tasfiyeye tabi tutulması hallerinde amme alacakları imtiyazlı alacak olarak üçüncü sırada yer alacaktır.

5502 sayılı Kanunun 35 inci maddesi ile 5510 sayılı Kanunun 88 inci maddesine göre Kurumumuz alacakları amme alacağı niteliğinde olup imtiyazlı alacaktır.

Buna göre, üçüncü sırada, bu sıranın önceliğini alan bir alacağın bulunması halinde, Kurum alacakları da öncelikli alacakla aynı sırada yer alacak ve bu alacaklar tamamen tahsil edilinceye kadar diğer imtiyazlı alacaklara bir pay ayrılmayacaktır. Öncelik hakkı bulunan alacak ile Kurum alacağı toplamının, bu sıraya tahsis edilen tutardan fazla olması halinde ise tahsis edilen tutarın garameten taksimi yapılacaktır.

8. İptal davası açılması gereken tasarruflar

6183 sayılı Kanunun 24 ila 31 inci maddelerinde, alacağın tahsili için tüm girişimlerin sonuçsuz kalması ve borçlunun malının bulunamaması nedeniyle, borçlunun takibe konu olan malları üzerindeki bazı tasarruf ve işlemleri için iptal davası açılacağı öngörülmüştür.

Buna göre, süresinde veya hapis ile tazyik edilmesine karşın mal bildiriminde bulunmayan, malının olmadığını beyan eden veya beyan ettiği malların borcunu karşılamayacağı anlaşılan borçluların, borcun ödeme süresinin başladığı  tarihten itibaren geriye doğru iki yıl içinde veya ödeme süresinin başlamasından sonra;

1) Üçüncü kişilerle yaptıkları bağışlamalar ve ivazsız tasarruflar,

2) Üçüncü dereceye kadar (bu derece dahil) kan hısımlarıyla, eşler ve ikinci dereceye kadar (bu derece dahil) sıhri hısımlar arasında yapılan ivazlı tasarruflar,

3) Kendi verdiği malın, aktin yapılması sırasındaki değerine göre borçlunun ivaz olarak pek aşağı bir fiyat kabul ettiği akitler,

4) Kendisine yahut üçüncü kişi menfaatine kaydı hayat şartıyla irat ve intifa hakkı tesis ettiği akitler,

5) Teminat göstermeyi evvelce taahhüt etmiş olduğu haller müstesna olmak üzere mevcut bir borcu temin için yaptığı rehinler,

6) Borca karşılık para veya mutad ödeme vasıtalarından gayri bir suretle yaptığı ödemeler,

7) Vadesi gelmemiş bir borç için yapılan ödemeler,

hükümsüzdür.

Ayrıca, borçlunun malı bulunmadığı veya borca yetmediği takdirde amme alacağının bir kısmının veya tamamımın tahsiline imkan bırakmamak maksadıyla borçlu tarafından yapılan tek taraflı muamelelerle borçlunun maksadını bilen veya bilmesi lazım gelen kimselerle yapılan bütün muameleler de tarihleri ne olursa olsun hükümsüzdür.

İptal davalarının açılabilmesi için her şeyden önce kesinleşmiş ve ödenebilir hale gelmiş bir Kurum alacağının bulunması şart olmakla birlikte, Kurumca yapılmış olan takiplerin sonuçsuz kalmış olması gerekmektedir.

Diğer taraftan, tasarruf tarihi ne olursa olsun iptal davası açma hakkı, tasarrufun yapıldığı tarihten itibaren beş yıl geçmekle düştüğünden, iptal istemiyle ilgili olarak tasarrufun yapıldığı tarihten itibaren 5 yıl içinde dava açılması gerekmektedir.

6183 sayılı Kanunun 24 üncü maddesinde iptal davalarının genel mahkemelerde  açılacağı belirtilmiştir. Genel mahkemelerde adli yargı içinde yer alan görevli sulh hukuk ve asliye hukuk mahkemeleridir.

Sosyal güvenlik il müdürlüklerince/sosyal güvenlik merkezlerince borçlu hakkında yapılan tüm takiplerin sonuçsuz kaldığı durumlarda, borçlunun Kurum alacağının tahsilini imkansız bırakmak amacıyla 6183 sayılı Kanunun 27, 28, 29 ve 30 uncu maddelerinde düzenlenen hükümlere göre tasarruf ve işlemde bulunup bulunmadığına ilişkin delillerin tespit ettirilmesi için, ünite yetkililerince gerek görülmesi halinde, tüm bilgi ve belgeleriyle birlikte Kurumun denetim ve kontrolle görevli memurlarınca incelenmesini teminen ilgili birimlere intikal ettirilmesi gerekmektedir.

Bu tasarrufların hükümsüz hale gelmesini sağlamak için 6183 sayılı Kanunun 24 üncü maddesinde belirtildiği gibi iptal davası açılması, bu arada borçlunun borcunu ödememek için yaptığı işlemlere konu olan bütün varlıkları üzerine ihtiyati haciz uygulanması gerekmektedir.

8.1. Üçüncü şahısların hakları ve mecburiyetleri

6183 sayılı Kanunun 31 inci maddesi “27, 28, 29 ve 30 uncu maddelerde sözü edilen tasarruf ve muamelelerden faydalananlar elde ettiklerini, elden çıkarmışlarsa takdir edilecek bedelini vermeye bu Kanun hükümleri dairesinde mecburdurlar. Bunlar karşılık olarak verdikleri şeyden dolayı alacaklı amme idaresinden bir talepte bulunamazlar.” hükmüne amirdir.

Bu madde hükmüne göre 6183 sayılı Kanunun 27 ila 30 uncu maddeleri uyarınca hükümsüz  sayılan tasarruf ve muameleler alacaklı amme idareleri tarafından iptal ettirildikleri takdirde, bunlardan faydalanan  üçüncü şahıslar elde ettikleri şeyleri aynen iade etmek zorundadırlar. Ancak, o malları ellerinden çıkarmış olanlar bu malların takdir edilecek  bedellerini 6183 sayılı Kanun hükümlerine göre tahsil dairesine ödemek mecburiyetindedirler.

Üçüncü şahıslar karşılık olarak aynen verdikleri veya bedelini ödedikleri şeylerden dolayı alacaklı Kurumdan herhangi bir talepte bulunamazlar. Bunların genel hükümler dairesinde Kurum borçlularına müracaat hakları saklıdır.

Alacağın, borçlu ile muamelede bulunan üçüncü şahıs tarafından ödenmesi mümkündür. Bu durumda, iptal davası açılmasında ısrar edilmemesi gerekmektedir.

9. Tasfiyeye ilişkin korunma hükümleri

9.1. Tasfiyede görevliler

Ticaret ortaklıkları herhangi bir nedenle tasfiyeye girdikleri takdirde, tasfiyenin kapanmasına kadar tüzel kişilikleri devam eder. Tasfiyenin başlamış olması, Kurum alacağının tahsili için başlatılan takibi durdurmaz.

Kural olarak ortaklığın sona ermesi ile temsilcilerin ve idarecilerin görevleri de sona ermektedir. Adi tasfiyede bunların yetkileri tasfiye memurlarına, iflasta ise iflas dairesine geçer. Tasfiyeye girdiği halde ortaklık adına işlem yapan temsilci ve idareciler bu işlemlerden dolayı şahsen sorumludurlar.

Tasfiyeye giren ticaret ortaklığı, ancak tasfiye amacı ile sınırlı olmak koşuluyla haklar kazanabilir ve borç altına girebilirler. Tasfiye işlerini yönetmek ve tasfiyenin kapanmasına kadar dış ilişkilerde ortaklığı temsil etmek tasfiye memurlarına aittir. Bunların görevleri, tasfiyenin gerçekleşmesini sağlamaktır.

9.2. Tasfiyede sorumluluk

Tasfiyede görevli memurlar, tasfiyeye başlandığı tarihten itibaren üç gün içinde ilgili tahsil dairelerini  tespit ederek tasfiyenin başladığını bunlara bildirmek zorundadır.

Tasfiyede görevli memurlar tarafından, Kurum alacağının öncelik koşulları gözetilerek ödemenin yapılması gerekir. Kurum alacakları ödenmeden veya ayrılmadan dağıtım yapılamaz ve herhangi  bir tasarrufta bulunulamaz. Aksi halde tasfiye memurları borçlunun tahakkuk etmiş veya edecek borçlarından müteselsilen sorumlu olurlar. Bu sorumluluk dağıtılan veya tasarrufta bulunulan miktarı geçemez.

Kurumumuza borcu olan gerçek veya tüzel kişilerin tasfiye işlemlerinin başladığının bildirilmesi halinde, bu borçlulardan olan tüm alacaklarımızın en kısa zamanda ünitelerce ilgili tasfiye masasına bildirilmesi gerekmektedir.

10. Ortaklığın feshini isteme

Borçlunun, sermayesi paylara bölünmüş olmayan ortaklıklardaki hisselerinden  Kuruma olan şahsi borçlarından dolayı, Kurum alacağının tahsili için;

1) Borçluya ait malın bulunmaması veya Kurum alacağını karşılamaya yetmemesi,

2) Borçlu ya da ortaklık tarafından bu Kanuna göre teminat gösterilmemesi,

hallerinde genel hükümlere göre ortaklığın feshi istenilebilir.

Bir ortağın şahsî alacaklısı, borçlunun şahsî mallarından ve/veya ortaklıktaki kâr payından alacağını alamazsa, tasfiye sonunda ortağa düşecek paya haciz koydurmaya ve altı ay önce ihbar etmek ve hesap yılı için hüküm ifade etmek şartı ile şirketin feshini isteyebilir.

Şirket ortağının diğer alacaklıları daha önce şirketin feshini istemişler ise alacaklı amme idaresi bu isteme iştirak edebilir. Bu takdirde 6183 sayılı Kanunun 21 inci maddesindeki esaslar dahilinde işlem yapılır.

11. Limited şirketlerde ortakların sorumluluğu

6183 sayılı Kanunun 35 inci maddesinde, “Limited şirket ortakları şirketten tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacağından sermaye

hisseleri oranında doğrudan doğruya sorumlu olurlar ve bu Kanun hükümleri gereğince takibe tabi tutulurlar.

Ortağın şirketteki sermaye payını devretmesi halinde, payı devreden ve devralan şahıslar devir öncesine ait amme alacaklarının ödenmesinden birinci fıkra hükmüne göre müteselsilen sorumlu tutulur.

Amme alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda pay sahiplerinin farklı şahıslar olmaları halinde bu şahıslar, amme alacağının ödenmesinden birinci fıkra hükmüne göre müteselsilen sorumlu tutulur.”

hükmü yer almaktadır.

Bu madde hükmüne göre, limited şirket ortakları şirketten tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan Kurum alacağından dolayı sermaye hisseleri oranında doğrudan doğruya sorumlu tutulmuş olup, 6183 sayılı Kanun hükümlerine göre takip edilirler.

6762 sayılı Türk Ticaret Kanununun 503 ve müteakip maddelerinde limited şirketlerin kuruluşu düzenlenmiş, Kanunun 511 inci maddesinde tescil ve ilan edilecek hususlar arasında; ortakların kimliği ve koymayı taahhüt ettikleri sermaye miktarları yer almış, 515 inci maddesinde şirket esas mukavelesinde yapılan her değişikliğin ilk mukavelede olduğu gibi tescil ve ilan edileceği hükme bağlanmıştır.

Aynı Kanunun 520 nci maddesinde de; “Bir payın devri, şirket hakkında ancak şirkete bildirilmek ve pay defterine kaydedilmek şartıyla hüküm ifade eder.

Devir hususunun pay defterine kaydedilebilmesi için, ortaklardan en az dörtte üçünün devre muvafakat etmesi ve bunların esas sermayesinin en az dörtte üçüne sahip olması şarttır.

Ortağın koymayı taahhüt ettiği sermaye ayın ise, payını şirketin kuruluşunu takip eden üç yıl içinde başkasına devredemez.

Şirket mukavelesi payların devrini yasak edebileceği gibi yukarıki fıkralarda derpiş edilenlerden daha ağır şartlara da bağlı tutabilir.

Payın devri veya devir vadi hakkındaki mukavele yazılı şekilde yapılmış ve imzası noterce tasdik ettirilmiş olmadıkça ilgililer arasında dahi hüküm ifade etmez.”

hükümleri yer almaktadır.

Bu hükümlere göre payın devri için;

1) Payını devreden ortak ile devralan ortak arasında noterde “devir sözleşmesi” nin yapılması,

2) Devrin şirkete bildirilmesi,

3) Ortaklardan en az dörtte üçünün devre izin vermesi ve izin veren ortakların esas sermayenin dörtte üçüne sahip olması,

4) Devrin pay defterine kaydedilmesi,

5) Tescil ve ilan edilmesi,

gerekmektedir.

Payın devrine muvafakat edip etmemek şirket genel kuruluna ait bir yetkidir. Bu itibarla şirket müdürleri, devrin şirkete bildirilmesi üzerine en kısa sürede şirket genel kurulunu toplantıya çağırarak toplantı sonucuna göre devri pay defterine kaydetmek zorundadırlar. Genel Kurulda alınan karara rağmen devri pay defterine kaydetmeyen müdür, doğacak zararlardan sorumlu olacaktır.

Buna göre, 520 nci maddede açıkça payın devrinin şirket hakkında ancak şirkete bildirilmek ve pay defterine kaydedilmek şartıyla hüküm ifade edeceği belirtildiğinden,  ortaklık payının devri, tescil ve ilan edilmese de noter tasdikli devir sözleşmesi, ortakların devir işlemine muvafakatı ve devrin pay defterine işlenmesi ile hüküm ifade etmektedir.

6183 sayılı Kanunun 35 inci maddesi uyarınca limited şirket ortakları hakkında takibe geçilebilmesi için, Kanunun 54 ve müteakip maddelerine göre şirket hakkında yapılan takip muameleleri sonucunda, Kurum alacağının şirketten tamamen veya kısmen tahsil edilememesi veya tahsil edilemeyeceğinin anlaşılması gerekmektedir.

6183 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinde;

Tahsil edilemeyen amme alacağı terimi; “Amme borçlusunun bu Kanun hükümlerine göre yapılan mal varlığı araştırması sonucunda haczi kabil herhangi bir mal varlığının bulunmaması, haczedilen mal varlığının satılarak paraya çevrilmesine rağmen satış bedelinin amme alacağını karşılamaması gibi nedenlerle tahsil edilemeyen amme alacaklarını,”

Tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacağı terimi ise;  “Amme borçlusunun haczedilen mal varlığına bu Kanun hükümlerine göre biçilen değerlerin amme alacağını karşılayamayacağının veya hakkında iflas kararı verilen amme borçlusundan aranılan amme alacağının iflas masasından tahsil edilemeyeceğinin anlaşılması gibi nedenlerle tahsil dairelerince yürütülen takip muamelelerinin herhangi bir aşamasında amme borçlusundan tahsil edilemeyeceği ortaya çıkan amme alacakları,”

şeklinde tanımlanmıştır.

Bu düzenleme çerçevesinde limited şirket ortaklarının sorumluluğuna başvurulmadan önce alacaklı tahsil dairelerince Kanunun 3 üncü maddesinde yer alan tanımlardaki hususlar dikkate alınmak suretiyle yapılacak işlemlere dayanılarak Kurum alacağının şirketten tahsil edilememesi veya tahsil edilemeyeceğinin anlaşılması gerekmektedir.

Yine, 6183 sayılı Kanunun 35 inci maddesinin ikinci fıkrası gereğince, ortağın şirketteki sermaye payını devretmesi halinde, payı devreden ve devralan şahıslar devir öncesine ait olan ve devir tarihi itibarıyla ödenmemiş bulunan amme alacaklarının ödenmesinden birinci fıkra hükmüne göre müteselsilen sorumludurlar.

Buna göre, şirket ortağının payını devretmesi halinde, devreden ve devralan şahıslar, şirketin devir tarihi itibarıyla vadesi geldiği halde ödenmemiş borçlarından, 6183 sayılı Kanunun 35 inci maddesinin birinci fıkrası uyarınca sermaye hisseleri oranında sorumlu olacaklardır. Ancak bu sorumluluğa başvurulabilmesi için Kurum alacağının şirketten tamamen veya kısmen tahsil edilememiş veya tahsil edilemeyeceğinin anlaşılmış olması gerekmektedir.

6183 sayılı Kanunun 35 inci maddesinin üçüncü fıkrası gereğince, Kurum alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda pay sahiplerinin farklı şahıslar olmaları halinde bu şahıslar, Kurum alacağının ödenmesinden birinci fıkra hükmüne göre müteselsilen sorumludurlar.

Bu bağlamda, şirketten tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda farklı kişilerin şirket ortağı olması halinde, söz konusu kişilerin bu amme alacağından müteselsilen sorumlu tutularak 6183 sayılı Kanunun 35 inci maddesinin birinci fıkrası uyarınca sermaye hisseleri oranında takip edilmesi gerekmektedir.

Bu hükümler çerçevesinde limited şirket ortakları hakkında yapılacak takipte aşağıdaki hususlara dikkat edilmesi gerekmektedir.

1) Öncelikle şirketten tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan Kurum alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda şirket ortaklarının kimler olduğu ve bu ortakların sermaye hisseleri, şirket ana sözleşmesi, ana sözleşme değişikliği veya pay defterindeki kayıtlardan tespit edilecektir.

2) Her bir ortağın sermaye hissesine göre takip konusu olan Kurum alacağından sorumlu olduğu tutarlar dönem bazında belirlenecektir.

3) Şirketten tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan Kurum alacağının ödenmesinden sermaye hissesi oranında sorumlu tutulması gereken ortağın hissesini devredip devretmediği araştırılacak, hisse devrinin söz konusu olduğu hallerde, devralan şahsın devir tarihi itibarıyla vadesi geldiği halde ödenmemiş şirket borçlarından sorumlu tutulacağı tutar tespit edilecektir.

4) Ortaklar hakkında takip işlemlerine 6183 sayılı Kanunun 55 inci maddesine göre düzenlenecek ödeme emrinin tebliği suretiyle başlanılacaktır.

Öte yandan, Türk Ticaret Kanununun 540 ıncı maddesinde, “aksi kararlaştırılmış olmadıkça, ortakların hep birlikte müdür sıfatıyla şirket işlerini idareye ve şirketi temsile mezun ve mecbur oldukları”  hükme bağlanmıştır. Böyle bir durumda ortaklar hakkında 6183 sayılı Kanun uyarınca yapılacak takip, 35 inci madde hükümlerine göre sermaye hisseleri oranında olmayacaktır. Söz konusu ortakların hepsi hakkındaki takip, 5510 sayılı Kanunun 88 inci maddesinin yirminci fıkrasının “… tüzel kişiliğe haiz diğer işverenlerin şirket yönetim kurulu üyeleri de dahil olmak üzere üst düzeydeki yönetici veya yetkilileri ile kanuni temsilcileri Kuruma karşı işverenleri ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumludur.” hükmüne istinaden tüzel kişilikle birlikte yürütülecektir.

6183 sayılı Kanunun “Amme alacaklarının korunması” başlıklı ikinci bölümünde yer alan teminat isteme, ihtiyati haciz, ihtiyati tahakkuk ve diğer koruma hükümleri, yeterli şartların varlığı halinde Kurum borçlusu sayılan ortaklar hakkında da uygulanır.

12. Üst düzey yöneticilerin sorumluluğu

5510 sayılı Kanunun 88 inci maddesinin yirminci fıkrasında, “Kurumun sigorta primleri ve diğer alacakları haklı bir sebep olmaksızın bu Kanunda belirtilen sürelerde ödenmez ise kamu idarelerinin tahakkuk ve tediye ile görevli kamu görevlileri, tüzel kişiliği haiz diğer işverenlerin şirket yönetim kurulu üyeleri de dahil olmak üzere üst düzeydeki yönetici veya yetkilileri ile kanuni temsilcileri Kuruma karşı işverenleri ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumludur.” hükümleri yer almaktadır.

Bu durumda; süresinde ödenmeyen sigorta primi, idari para cezası, işsizlik sigortası primi, genel sağlık sigortası primi ve katılım payı alacaklarından dolayı tüzel kişiliğin mal varlığı ile birlikte, kamu kurum ve kuruluşlarının tahakkuk ve tediye ile görevli kamu görevlileri, mesul muhasip ve saymanları ile diğer tüzel kişiliklerin yönetim kurulu üyeleri de dahil olmak üzere üst düzey yöneticileri şahsi malvarlıklarıyla da müştereken ve müteselsilen sorumludurlar.

5510 sayılı Kanunda, müteselsil sorumluluk yönünden kamu kurum ve kuruluşlarının tahakkuk ve tediye ile görevli kamu görevlileri, mesul muhasip ve saymanları ayrı, tüzel kişiliğe sahip diğer işverenlerin üst düzeydeki yönetici ve yetkilileri ayrı biçimde düzenlenmiştir.

5510 sayılı Kanunun 88 inci maddesinin Kurum borçlusu saydığı kamu idarelerinin tahakkuk ve tediye ile görevli kamu görevlileri, tüzel kişiliği haiz diğer işverenlerin üst düzey yönetici ve yetkililerinin kimler olduğu ve sorumluluklarının şekli Türk Ticaret Kanunu, Borçlar Kanunu ile Medeni Kanun ve ilgili diğer mevzuatlarda belirlenmiştir. Bu durumda, sigorta primi, idari para cezası, işsizlik sigortası primi, genel sağlık sigortası primi ve katılım payı alacaklarının takip ve tahsil işlemleri, şirket tüzel kişiliği ile aynı anda 5510 sayılı Kanunun 88 inci maddesinin yirminci fıkrası hükümlerine göre üst düzey yönetici veya yetkilileri ile kanuni temsilcileri hakkında da yürütülecektir.

Diğer taraftan, Türk Ticaret Kanununun 317 nci maddesine göre, anonim şirketler idare meclisi (yönetim kurulu) tarafından idare ve temsil olunur. Bu idare ve temsil yetkisi müdüre veya üst düzey yönetici ortaklardan herhangi birine verilmiş olsa dahi, 5510 sayılı Kanunun 88 inci maddesinin yirminci fıkrasına istinaden yönetim kurulu üyeleri de dahil olmak üzere anonim şirket üst düzey yöneticileri görevde bulundukları dönemde tahakkuk eden borcun tamamından sorumludurlar. Söz konusu yöneticilerin bu görevleri sona ermiş olsa dahi görevde bulundukları dönemde tahakkuk eden borçtan dolayı haklarında takip yapılması gerekmektedir. Üst düzey yöneticilerin bu görevlerinin sona erdiği tarihten sonra tahakkuk eden borçtan sorumlu tutulmaları ise mümkün bulunmamaktadır.

Öte yandan, özel kanunları ile Kuruma takip ve tahsil görevi verilen diğer alacakların (damga vergisi vs.) takip ve tahsilinde, tüzel kişiliği haiz işverenlerin üst düzey yönetici veya yetkilileri ile kanuni temsilcileri hakkında 6183 sayılı Kanunun mükerrer 35 inci maddesi hükmüne göre işlem yapılır.

Diğer taraftan, Kurum alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda kamu idarelerinin tahakkuk ve tediye ile görevli kamu görevlileri, tüzel kişiliği haiz diğer işverenlerin şirket yönetim kurulu üyeleri de dâhil olmak üzere üst düzeydeki yönetici veya yetkilileri ile kanuni temsilcilerinin farklı şahıslar olmaları hâlinde, bu şahısların Kurum alacağının ödenmesinden sorumlulukları bulunmaktadır.

13. Alt işverenlerin borçları

Kurum alacaklarının takip ve tahsilinde etkililiğin artırılması ve prim ödeme yükümlüleri hakkındaki işlemlerin tam olarak yerine getirilmesi açısından, asıl işveren ve alt işverenlere yönelik olarak 6183 sayılı Kanun hükümlerine göre yürütülecek icra takip işlemleri aşağıda açıklandığı gibi yapılacaktır.

5510 sayılı Kanunun “İşveren, işveren vekili, geçici iş ilişkisi kurulan işveren ve alt işveren”  başlıklı 12 nci maddesinin birinci fıkrasında; “4 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) ve (c) bentlerine göre sigortalı sayılan kişileri çalıştıran gerçek veya tüzel kişiler ile tüzel kişiliği olmayan kurum ve kuruluşlar işverendir.”

Altıncı fıkrasında ise; “Bir işverenden, işyerinde yürüttüğü mal veya hizmet üretimine ilişkin bir işte veya bir işin bölüm veya eklentilerinde, iş alan ve bu iş için görevlendirdiği sigortalıları çalıştıran üçüncü kişiye alt işveren denir. Sigortalılar, üçüncü bir kişinin aracılığı ile işe girmiş ve bunlarla sözleşme yapmış olsalar dahi, asıl işveren, bu Kanunun işverene yüklediği yükümlülüklerden dolayı alt işveren ile birlikte sorumludur.”

Aynı Kanunun “Prim ödeme yükümlüsü” başlıklı 87 nci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde; “4 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) ve (c) bentlerine ve 5 inci maddenin (a) bendine tabi olanlar için bunların işverenleri, prim ödeme yükümlüsüdür.”

Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliğinin 31 inci maddesinin birinci fıkrasında ise; “Alt işveren, mevzuattan doğan yükümlülüklerini asıl işverene ait işyeri sicil numarasına ilave olarak verilecek üç haneli alt işveren numarası ile asıl işverenin işyeri dosyası üzerinden yerine getirir. Alt işveren adına işyeri dosyası açılmaz.”

hükümleri yer almaktadır.

Buna göre, bir kişinin alt işveren sayılabilmesi için üçüncü kişiye ait bir işyerinde yürütülen mal veya hizmet üretimine ilişkin bir işte veya işin eklentilerinde iş alması ve bu iş için sigortalı çalıştırması gerekmektedir. Sigortalılar alt işveren aracılığı ile işe girmiş ve alt işveren ile karşılıklı sözleşme yapmış olsalar dahi, asıl işveren, Kanunla işverene yüklenilen yükümlülüklerden Kuruma karşı alt işveren ile birlikte sorumlu olmaktadır.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 12/6/1991 tarihli ve 1991/10-277 Esas, 1991/359 Karar sayılı kararında;

“… idari para cezalarının bu Kanunun işverene yüklediği ödevlere uyulmamasının sonucu ve yaptırımı olduğu belirgindir.

506 sayılı Kanunun 87 nci maddesinde, tali işverenin ödevine uymamasının sonuçlarından asıl işverenin de sorumlu olacağı kuralını koymuştur. Zira, tali işverenler hayat deneyimleriyle ortadadır ki ekonomik bakımdan asıl işverenlere göre güçsüz kişilerdir. Bunların kişisel olarak sorumlu tutulmaları gerek sigortalıların gerek sigortalılara verilecek sosyal güvenlik haklarını uygulayan Sosyal Sigortalar Kurumu’nun hak ve alacaklarını güvenceye almakta yetersiz olabilir. Bu nedenle, yasa koyucu ortak yükümlerde madde 86 ile tali işverenlerin ödevlerine uymamalarının yaptırımlarından güçlü asıl işverenleri de müteselsil sorumlu tutan, sosyal güvenlik hukukunun isteklerine uygun düşen bir düzenleme yapmıştır.

Bu düzenleme gereğince, Kurumun parasal hak ve alacaklarından, ihale makamından iş alan asıl işverenler de sorumludur. İşte, asıl işveren bu müteselsil sorumluluk gereğince tali işverenin idari para cezasından sorumludur. Bunu Kuruma ödemiş ise Kurumdan geri isteyemez. Ödemekle yükümlü olduğu bir borcu ödemiştir. Fakat asıl yükümlü tali işverenlere rücu edebilir.” şeklinde hüküm tesis edilmiştir.

Yargıtayın asıl işverenin sorumluluğu ile ilgili muhtelif kararlarında da “birlikte sorumluluk” deyiminden tam teselsülün, dolayısıyla müşterek ve müteselsil sorumluluğun anlaşılması gerektiği belirtilmiştir.

Buna göre, alt işverenin Kanun ile işverene yüklenen sorumlulukları yerine getirmemesi nedeniyle prim borçlarının yanı sıra Kurum tarafından uygulanan idari para cezalarından da asıl işverenin sorumlu olduğu, bu sorumluluğun da müşterek ve müteselsil sorumluluk olduğu Yargıtayın yerleşik içtihadıdır. Yargıtay Hukuk Genel Kurul kararındaki asıl işverenin kanuni sorumluluğunu düzenleyen bu hüküm, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununda olduğu gibi 5510 sayılı Kanunda da aynen korunmuştur .

Öte yandan, 6183 sayılı Kanunun 55 inci maddesinin birinci fıkrasında; “Amme alacağını vadesinde ödemeyenlere, 7 gün içinde borçlarını ödemeleri veya mal bildiriminde bulunmaları lüzumu bir “ödeme emri” ile tebliğ olunur.”

Sosyal Güvenlik Kurumunca 6183 Sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanuna Göre Kullanılacak Yetkilere İlişkin Yönetmeliğin “Tanımlar” başlıklı 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde de; “Borçlu: Kurum alacağını ödemek zorunda olan gerçek kişiler veya bunların kanuni temsilcilerini, mirasçılarını, kefillerini, vakıflar ve cemaatler gibi tüzel kişiliği olmayan teşekkülleri idare edenleri, tüzel kişiler ile tüzel kişiliği haiz işverenlerin şirket yönetim kurulu üyeleri de dahil olmak üzere üst düzey yöneticileri ve yetkilileri ile kanuni temsilcilerini ya da kamu idarelerinin tahakkuk ve tediye ile görevli kamu görevlilerini, yabancı şahıs ve temsilcilerini, işveren vekillerini, alt işvereni, geçici iş ilişkisi ile sigortalıyı devir alan işvereni, işyerinin devralınması veya intikal etmesi ya da başka bir işyerine katılması veya birleşmesi halinde yeni işvereni, ifade eder.”

hükümleri yer almaktadır.

Bu hükümler muvacehesinde; Kurumca verilen alt işveren numarası ile asıl işverene ait işyeri dosyası üzerinden yükümlülüklerini yerine getirmesi gereken alt işverenin Kuruma olan borçlarından asıl işveren ile alt işveren birlikte sorumlu olduğundan, alt işverenin Kurumumuza olan ve yasal süresi içinde ödenmeyen borçlarının tahsilini teminen 6183 sayılı Kanunun 55 inci maddesine göre düzenlenecek ödeme emirlerinin asıl işverene ve alt işverene aynı anda (birlikte) gönderilerek icra takip işlemlerinin yapılması gerekmektedir.

14. Gecikme zammı oranı

6183 sayılı Kanunun 51 inci maddesinin dördüncü fıkrasının Bakanlar Kuruluna verdiği yetkiye istinaden 19/11/2009 tarihli ve 27411 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 2/11/2009 tarihli ve 2009/15565 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile amme alacağının ödeme müddeti içinde ödenmeyen kısmına vadenin bitim tarihinden itibaren her ay için ayrı ayrı % 1,95 oranında gecikme zammı uygulanmaktaydı.

Anılan maddenin Bakanlar Kuruluna verdiği yetkiye istinaden 19/10/2010 tarihli ve 27734 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 5/10/2010 tarihli ve 88329 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile amme alacağının ödeme müddeti içinde ödenmeyen kısmına vadenin bitim tarihinden itibaren her ay için ayrı ayrı % 1,40 oranında gecikme zammı uygulanması kararlaştırılmış ve belirtilen Karar 19/10/2010 tarihinden itibaren yürürlüğe girmiş bulunmaktadır.

Ayrıca, 5510 sayılı Kanunun 88 inci maddesinde,  Kurumun süresi içinde ödenmeyen prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Kanunun 51 inci, 102 nci ve 106 ncı maddeleri hariç, diğer maddelerinin uygulanacağı hüküm altına alınmıştır.

Yine, 5510 sayılı Kanunun 89 uncu maddesinde ise, Kurumun prim ve diğer alacakları süresi içinde ve tam olarak ödenmezse, ödenmeyen kısmının sürenin bittiği tarihten itibaren ilk üç aylık sürede her bir ay için % 2 oranında gecikme cezası uygulanarak artırılacağı ve ayrıca, her ay için bulunan tutarlara ödeme süresinin bittiği tarihten başlamak üzere borç ödeninceye kadar her ay için ayrı ayrı Hazine Müsteşarlığınca açıklanacak bir önceki aya ait Türk Lirası cinsinden iskontolu ihraç edilen Devlet iç borçlanma senetlerinin aylık ortalama faizi bileşik bazda uygulanarak gecikme zammı hesaplanacağı belirtilmiştir.

Buna göre, yukarıda sözü edilen Kurumun prim ve diğer alacakları dışında kalan, 488 sayılı Damga Vergisi Kanununa göre tahakkuk ettirilen damga vergileri ile uygulama süreleri 1/1/2004 tarihinden önce sona ermiş olmakla beraber henüz tahsil edilmemiş eğitime katkı payı ve özel işlem vergisi alacaklarına, 19/10/2010 tarihine kadar eski oranlar, 19/10/2010 tarihinden itibaren ise yeni oran üzerinden (% 1,40 oranında) gecikme zammı uygulanacaktır.

Gecikme zammı aylık hesaplanmakla beraber, ödemenin yapıldığı ay içindeki gecikme zammı günlük olarak hesaplanacaktır.

Gerek 6183 sayılı Kanun çerçevesinde Bakanlar Kurulu tarafından belirlenen gecikme zammı  oranları yürürlük tarihi itibariyle, gerekse 5510 sayılı Kanuna göre gecikme zammı olarak uygulanacak Devlet iç borçlanma senetlerinin aylık ortalama faiz oranları Ek: 8 ve Ek: 9 da yer almaktadır.

15. İflasın açılmasından sonra gecikme zammı

Yargıtay İçtihatı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 1990/5 Esas ve 1991/5 Kararına göre Kurum alacaklarının süresinde ödenmemesi nedeniyle uygulanacak gecikme zammının borçlu işverenin iflasına karar verilmesi halinde, iflasın açılmasından sonrada işlemeye devam edecektir.

Bu bağlamda, Kurumumuz alacaklarının iflas masasına kaydının yapıldığı tarihten, ödemenin Kurumumuz hesaplarına aktarıldığı tarihe kadar geçen süre için gecikme zammı hesaplanarak tahsil edilir.

←SGK 2011/53 Genelgesi  Önceki Sayfa———————————————————————-SGK 2011/53 Genelgesi  Sonraki Sayfa

——————————————————————————————————————————————————————————-

(*) T.C.
SOSYAL GÜVENLİK KURUMU BAŞKANLIĞI
Sosyal Sigortalar Genel Müdürlüğü
GenelgeTarihi:21/06/2011
Sayı  : B.13.2.SGK.0.010.06-010.06.02
Konu: İcra takip haciz ve satış işlemleri
GENELGE 2011/53

 


Ayrıca Bakınız...

İŞYERİNDE ÇALIŞMADIKLARINA DAİR BİLDİRİM TEBLİĞİ DEĞİŞİKLİĞİ

İSTİRAHATLİ OLAN SİGORTALILARIN İŞYERİNDE ÇALIŞMADIKLARINA DAİR BİLDİRİMİN İŞVERENLERCE SOSYAL GÜVENLİK KURUMUNA  GÖNDERİLMESİNE İLİŞKİN USUL VE …

Kanber Kılınç (a) Mesaj Yaz!



Lütfen, Bilgilerinizi Eksiksiz Yazınız! Gönder

Mesajınız Başarılı Olarak Gönderildi!